Derneğimizin Güllük'teki merkezinde yatsı namazının kılınmasının ardından başlayan sohbette konuşan Mustafa Yılmaz, ağabeyler hakkında kısa bilgiler verdi.
Necip Fazıl: Siz kaç yıldır Bediüzzaman'ın talebesisiniz?
Mehmet Fırıncı ağabey de bazı hatıralarını şöyle anlattı:
Bir gün Akşehir Palas'a gitmiştim. Sonradan bir müddet İslâm mecmuasını da neşreden İsmail Doyuk, otelin giriş kısmındaydı. Bana, 'Yukarıda Hazret-i Üstad'ın yanında Necip Fazıl Bey var. Biz bekleyelim. Biraz sonra o çıkınca biz ziyaret edelim' dedi. Ben de 'Peki' dedim. O çıkarken, biz de kendisiyle hal hatır ettik ve uğurladık. Biz de beraberce Hazret-i Üstadı ziyaret ettik.
Üstad o görüşmede Necip Fazıl'a seni 20 yıllık talebeliğe kabul ediyorum demiş. Daha sonraki zamanlarda Bekir Berk abiyle Necip Fazıl'ı ziyaretimizde bize "siz kaç yıllık talebesiniz ben 20 yıllık talebeyim" diyerek gülerdi.
Bediüzzaman: Bu ölülerin arasına gireceğim, bu delilerin arasına girmeyeceğim
"Bir gün eve gittim. Zili çaldım. Hiç kimse yoktu. Tam o esnada Ziya Arun geldi. Anahtar vardı, içeri girdik. Baktık, Üstad Hazretleri yoktu. 'Ne oldu, Üstad kiminle gitti, nereye gitti?' diye merak ediyorduk. O esnada Ahmed Aytimur geldi. Konuşmaları neticesinde Üstad Hazretlerinin yalnız olarak dışarı çıkmış olduğu anlaşıldı. Üzülmüş ve telâşlanmıştık. Ahmed Aytimur, Ziya ve ben vazife taksimi yaptık. Ziya ile ben Edirnekapı Camiine, Ahmed Aytimur da Eyüp Sultana giderek, Üstad Hazretlerini bulursak yalnız bırakmamış olmak niyetiyle hemen hareket ettik.
"Biz Edirnekapı Mihrimah Sultan Camiine gittik. Vakit ikindiydi. Baktık, Üstad Hazretleri camiin arka tarafında oturuyor. Ezan okunmasına on dakika vardı. Biz de arka plâna geçip oturduk. Ezana okunmaya başladı. Namaz kılındı. Tesbihattan sonra Üstad Hazretleri bizi görünce 'Mâşaallah, mâşaallah!' diyerek memnuniyetini ifade ettiler.
"Beraber camiden çıktık. Avludan caddeye inmeden Üstad Hazretleri sordu. 'Burada yüksekçe, etrafı görecek bir yer yok mu?' Caminin kıble tarafındaki çevre duvarını elimle göstererek, 'Üstadım, burası var' dedim. Ve o tarafa doğru yürümeye başladık. Daha o zaman yüksek binalar yoktu. Bu semtlerde, eski İstanbul'un mütevazı binaları vardı. Caminin bulunduğu mahal yüksek olmakla beraber, çevre duvarı pek yüksek değildi. Duvarın yanına geldik. Hazret-i Üstada bana, 'Sen eğil, ben senin sırtına basıp duvara çıkayım' dedi. Ve ben hemen eğildim. Üstad bana bu sefer, 'Sen dur, Ziya eğilsin' dedi. Ve o eğildi. Onun üzerine basarak duvara çıktı. Ben aşağıdaydım. Ziya da Üstad'ın yanına çıktı. Üstad bana sordu:
"Şimdi sen hakem ol. Bu Ankara'dakiler bana, 'Sen bizim işimize yardım etmiyorsun' diye kızıyorlar. Sen ne dersen ben öyle yapayım. Ben onların yanına mı gideyim? Yoksa bildiğin gibi, Risale-i Nur hizmet tarzında mı çalışayım?' dedi. Ben ellerimi dua eder gibi Üstada doğru kaldırarak, 'Üstadım, nasıl olur, siz onların içersine nasıl girersiniz?' der demez yüksek sesle, 'Tam...' dedi. Ve kabristan tarafını bir eliyle göstererek, 'Bu ölülerin arasına gireceğim, bu delilerin arasına girmeyeceğim' dedi.
Ben Bursa’yı çok seviyorum orası Osmanlı’nın başkentiydi
Erdoğan Utangaç ağabey, Bediüzzaman'la görüşmesini şöyle anlattı:
Risale-i Nurlarla da 1951-52 senesinde Mehmet Fırıncı ağabey vasıtasıyla tanıştım. 18 Kasım 1958'de Emirdağ’a gittim. Ertesi gün sabah saat sekizi on geçince Üstadın arabası göründü. Hemen koştum.
“Kardeşim, sen nereden geldin?” dedi. “Bursa’dan size çok selamlar getirdim” dedim. “Bak kardeşim. Ben Bursa’yı çok seviyorum. Orası Osmanlı’nın başkentiydi. Çok büyük hizmetler oradan çıktı. Fakat ben oraya hiç gidemedim. Hiç nasip olmadı” dedi. Sonra da, “Sen Risale-i Nurları okuyor musun?” diye sordu. “Evet okuyorum” dedim. “Bu Risaleleri çok okuyun, okutun. Başkalarına da tanıtın evladım” dedi. Bir taraftan da sırtımı sıvazlıyordu. Ben öbür elini hiç bırakmıyordum. Bu şekilde yedi sekiz dakika kadar konuştuk. Sonunda “Oradaki kardeşlerime çok selamlar” dedi.
“Senin ismin nedir?” dedi. “Erdoğan’dır efendim” dedim. “Senin ismini ben değiştirdim. Senin adın Rıdvan olacak bundan sonra” dedi. “Bu ağabeyleri görüyor musun?” diye sordu. “Görüyorum” dedim. “Seni bunlar gibi talebeliğe kabul ettim” dedi. Bu şekilde Üstad’la sohbet ettik. O günden beri Elhamdülillah bu hizmetlerin içinde bulunuyoruz. Sonra ben o gece de orada kaldım. Ertesi gün tekrar Bursa’ya döndüm.
Bediüzzaman: Beni burada yargıladılar, gözaltında tuttular
İsmail Doyuk ağabey ise şöyle konuştu:
Gençlik Renberi mahkemesinin ikinci celsesi Şubat 1952'de olmuştu. Otelde herkes mahkemeye hazırlanıyordu. Üstad Hazretleri o zaman bir beni bir de Ahmet Atak kardeşi gösterdi. “Bu iki kardeşim koluma girsin” dedi. Üstad Hazretleri bizim kolumuzda, arabaya bindik. Sirkeci Postanesi’nin oraya geldiğimizde baktık ki mahkeme çok kalabalık. Kapıdan girmek mümkün değil. Mahkemeye arka kapısından da giriş varmış. Arka kapıdan girdik. Üstad Hazretleri kolumuzda olarak mahkeme salonuna doğru geldik. Baktık mahkeme salonu beş-altı basamak yüksekte.
Mahkeme başladı. Bir müddet sonra Üstad ikindi namazını kılmak için müsaade istedi. Mahkeme başkanı anlayış gösterdi. “Hemen bitiriyorum” dedi ve kısa keserek celseyi başka bir tarihe attılar.
Mahkemeden çıktık. Üstad’ın bir kolunda yine ben varım. Çok kalabalık, polisler kordon yapmış, onların yardımıyla yürüdük. Üstad hazretleri “Maşallah, maşallah” diye polislere taltif ediyordu. Merdivenlerden aşağı indik, arabaya bindik. Otele varınca, “Otele girmeyelim, Beyazıt’a doğru gidelim” dedi Üstad. Divan yolundan yukarı doğru çıkmaya başladık. Çemberlitaş’a varmadan bir müze vardır. Onun karşısında bir odayı gösterdi Üstad “2. Abdulhamid zamanında beni burada gözaltında tuttular” dedi. Gittik Beyazıt’a, Üniversite karşımızda. Bize Divan-ı Harbi Örfi’de mahkeme olduğu yerin penceresini gösterdi. Oradan da aşağıda idam edilen yerleri gösteriyorlarmış. Sonra Beyazıt Camisine girdik. İkindi nazmını kıldık, döndük otele.